Hepiniz SOSAK duyurusundan haberdar oldunuz. İsterseniz ben biraz yaşadıklarımdan ve gözlemlerimden bahsedeyim size. Pırıl Pırıl iki Yıldız Teknik Üniversitesi Öğrencisiyle Arhavi’ye doğru yola çıktık. Ben Karadenizliyim,Trabzonluyum fakat daha önce Arhavi’ye gitme şansım olmamıştı. Uçaktan iner inmez sağolsun otobüs şöförü Karadeniz müzikleri çalarak siz diyin horon ben diyeyim uzunhava çalarak beni Arhavi’ye hazırladı :) Otobüsten indiğimde, karşımda pembelere boyanmış bir okul ve beni okul bahçesinde sabırsızlıkla bekleyen okul müdürü ve öğretmenler vardı. Kendilerine dakikalar öncesinden haber verilip, gelsin İstanbul’dan şu misafir dedikleri yüzlerinden okunuyordu. Karadeniz’e gidilir de demli çay içilmez mi, ilk işimiz okul müdürünün odasında demli bir çay içip yorgunluğumuzu atmak oldu. Okuldaki öğrenciler, öğretmenler herkes bana şu soruyu sordu: İstanbul’dan gelen siz misiniz? Ve öğrencilerin kulaktan kulağa İstanbul’dan gelenler bunlar dediklerne çoğu kez şahit oldum :) Halbuki, törene kaymakam da gelecekti. Ama onların aklı fikri İstanbuldaki misafirdeydi. Okulda kısa bir tur attıktan sonra, tören zamanı gelmişti. İlk defa bir törende protokol kısmında oturmak beni de olabildiğince heyecanlandırmıştı. Yapılan yardımlar için teşekkür edilip, plaketimizi alma vakti gelmişti artık. SOSAK adına ödülümüzü Kaymakamdan aldım. Nasıl da güzel ve heyecanlı bir andı. İçimden işte biz yardım yaptık, bizim gönderdiğimiz kitapları okuyacaklar ve daha birçok iyikilerle başlayan cümleler geldi aklıma.Ödülümüzü alıp tabiri caizse ona gözüm gibi baktıktan sonra, sıra gelmişti kütüphanemizin açılışını yapmaya. Kırmızı kurdeleyi kesmeye nail olmak beni son derece sevindirmişti. Hayırlı uğurlu olsun, çocuklarımız bol kitap okusun temennileriyle kütüphanemizi açtık. Okulda o kadar çok çalışılmıştı ki. Tüm kitaplar kategorilere ayrılmış ve misafirler gelecek diye yerler çamaşırsuyuyla silinip heryer misgibi kokuyordu. Çocuklarla kucaklaşıp, onlara kitap okuma alışkanlıkları kazanmaları gerektiğini bir de biz aşılamaya çalıştıktan sonra, baktık ki karnımızdan sesler geliyor. Evet, yemek zamanı. Okul resmen imece usulüyle çalışıp, bizi iyi ağırlamaya and içmiş gibiydi. Velilerin hepsi çeşit çeşit yemek yapmış ama özellikle ”Laz Böreği” bir sanat eseriydi sanki. Şuan gene ağzımın suları aktı galiba :) Hava muhalefeti nedeniyle etrafı pek gezip görme şansımız olmadı. Okula en yakın yerolan Mençuna Şelalesi’ne gittik. Mençuna Şelalesi için zamanında şöyle bir rivayet olmuş: Beş vakit namazını kılan bir adam, ben boş yere mi cennete girmek için uğraşıyorum, işte cennet burası demiş. Mençuna şelalesini gördükten sonra, evimizin,işimizin,trafiğimizin bol olduğu İstanbul’a dönme vakti gelmişti. Rötarlı yolculuktan sonra, İstanbul’umuza gelmiştik.
Hızlı bir günden sonra, kafama yastığa koyduğumda sadece yüzümde mutlu bir gülümseme vardı. Kitaplarımızla bilgi dağarcıklarını genişleten öğrencilerimizin de yüzlerinde aynı gülümsemeyi görmek dileğimle…
Miray Hanım,
Şirketimizi bu güzel faaliyette Layik’i ile temsil ettiğiniz için tekrar çok teşekkürler.
Rica ederim, nicelerinin olması dileğimle…